Afrika'da o sabah sanki dolandırıcı kovalayacağımı biliyormuşcasına spor ayakkabı giyerek çıktım kaldığım hostelden. Günlerdir Afrika’daydım
ama ilk kez o gün terlik yerine ayakkabı giyesim gelmişti.
Yol boyunca internetin dahi olmadığı yerlerden geçmiş, gittiğim yollarda günlerce turist dahi görmediğim olmuştu. Buralarda düşük bütçeyle tek başına seyahat eden her turist gibi güvenliğimi tehlikeye atan farklı riskler alıyordum ama bir turist grubuyla gezmektense her türlü riski 10 kez almaya razıydım. Bunlradan biri de sokakta döviz bozdurmaktı.
Zambiya - Livingstone'daki Viktoria şelaleleri dolandırıcı kovalamacasından sonra ki durağımdı. |
Kovalamaca
İki kelime oyunu, bir el
çabukluğu ile tongaya getirdi beni Zimbiyalı dövizci. Siyah bir takım elbisesi,
ekşi bir yüz ifadesi, hafif de kilosu vardı. Eli ayağı durmayan, hareketli
biriydi ama o an için şüphe uyandırdığını söyleyemem doğrusu. Dövizi bozdurmak
için vereceğini söylediği para ile verdiği miktar farklıydı. 100 Dolarımı almış
ama bana söylediğinden çok daha az para vermişti. Tedbir olarak sadece 100
dolar bozduruyordum ve adamı da göz hizamdan kaybetmeden aldığım parayı
dikkatlice sayıyordum. Eksik olduğunu fark edince, dibine kadar gidip,
dikildim. Derdimin verdiğim parayı geri almak olduğunu, o da biliyordu ve
aslında bu hamleyi bekliyordu. Aramızdaki boy farkından dolayı başını yukarı kaldırarak, “Tamam bozdurmak istemiyorsan al paranı” dedi ve 100 doları geri
uzattı. Oltaya gelmiştim ama bir tezgahın içinde olduğunu anlamam biraz zaman aldı.
Hostelde tanıştığım bir
başka Türk gezgin Rahmi (Rahmi Cekmen), hemen yakındaki döviz bürosunu
gösterdi. “Aaa… döviz bürosu mu varmış burada, iyi bari normal kurdan
bozdururuz” diyerek girdik içeri. Adamdan geri aldığım 100 doları uzattığımda,
tezgahın diğer ucundaki kadın paraya bile dokunman kafasını kaldırıp, “bu para
sahte” dedi. Belli ki, kadın her gün bizim gibi kurbanlarla karşılaşıyordu. Bir
aydınlanma yaşayarak “oğlum adam bize sahte para vermiş …” diyerek, Afrika’nın
ortasında ana avrat bastık kalayı. Kaşla göz arasında parayı
değiştirmişlerdi. Ben, düşük kurdan bozdurup kazıklanmaktan kurtuldum sanarken,
adam paranın hepsine göz dikmiş ve elime oyuncak para tutuşturup göndermiş.
Böyle anlarda insan bir anda hafifliyor. Beyne onlarca farklı his bir anda
yüklenince, sistemler insana kısa süreli bir yavaşlama yaşatıyor sanırım. Ben o
duraksamayı üstümden atana kadar Rahmi deparı basmıştı bile. Ardından da ben
çıktım, birbirine karışmış o hislerle doğru düzgün koşamıyordum. Şehirdeki en
geniş caddedeydik ve çok ileride bir yerde bizim adamın ve yanındaki
yaltakçısının sola doğru döndüğünü gördüm. Hafif hafif kendime gelirken
Rahmi’yi yakaladım. Adamların döndüğü ilk dönemeci geçince düz bir ara sokak
vardı ve sonrasında arka mahalleler başlıyordu. O ilk dönemeçten sonra iyice
hızlandım. Ellerim terlemiş, nabzım bir anda motor gibi atmaya başlamıştı.
Derdim kesinlikle para değildi, beni aptal yerine koyan o beleşçiye iyi bir
ders vermeliydim, yoksa kim bilir kaç gece uyuyamazdım.
Öfke, içimde büyük bir
enerji patlamasına sebep olmuş ve bir anda o hırsla Afrika’nın izbe köşelerinde
suçlu kovalamaya başlamıştım. Herkesin sonradan sorduğu soru, o an hiç aklımdan
geçmedi, ‘Yanına gittiğinde ya seni bıçaklarsa?’. İki - üç sokak sona Rahmi’yi
kaybettim, ayağında terlik vardı ve taş toprak yollarda zorlanıyordu. İlk
dönemeçten bu yana adamları görmüyordum. Sokaklar dar, kısa ve keşmekeşti.
Adamlar izlerini kaybettirmek için durmadan yön değiştiriyordu. Bende her
dönemeçte etraftakilere dönüp avazım çıktığı kadar bağırıyordum, “Nereye
gittiler?”.
Son yıllarda Rusya’da
onlarca koşu yarışına katılmıştım. Hatta bazıları komando yarışları gibi çılgın
engellerin olduğu yarışlardı. Haftanın hemen her günü antrenman yapıyordum ve
hayatımın en formda dönemindeydim. Zavallı hırsızın izini kaybettirmekten başka
hiçbir şansı yoktu aslında. Belki parayı elime tutuşturduğunda, sahte olduğunu
bu kadar hızlı öğrenebileceğimi düşünmemişti, belki de avucunun içi gibi
bildiği mahallesinde izini kaybettireceğine güvenmişti ama her dönemeçte en az
4 – 5 kişi yolu gösteriyordu. Onların yardımı olmasa ne kadar hızlı
koştuğumun hiçbir önemi kalmazdı. Hayatta olduğu gibi burada da, doğru yöne
gitmek hızlı gitmekten çok daha önemliydi. Ama benim o an, her ikisini birden
yapmam gerekiyordu. Turistlerin hiçbir şekilde gireceği yerler değildi buralar
ama biz tozunu dumana katıyorduk.
Kendimi hep hayranı
olduğum polisiye filmlerinin içinde bulmuştum aslında, hem de sadece 100 dolar
karşılığında. Yaşadığım adrenalin ve heyecan, Tayland’da bungee jumping
yaparken yaşadığımdan bile kat be kat fazlaydı. Bir an için makul bir
fiyata unutulmaz bir turist eğlencesi gibi gelmişti olay. Yakalamacanın ortasında, durdurup bu bir oyundu, devam etmek istiyorsanız biraz daha para
yatırmanız gerekiyor deseler, eminim bir o kadar daha para verirdim. Sanki aklımda bölüm sonu canavarını yakalamaktan başka bir şey yoktu. Öylesine
heyecanlanmış, öylesine kaptırmıştım ki kendimi, paranın bir önemi kalmamıştı. James
Bond filmlerinde olduğu gibi, ilginç bir ülkede mükemmel bir kovalamaca sahnesi
yaşıyordum. Kırık dökük, fakir ve pis bu mahalle sanki bir dekor, her bir detay da
ayrı bir efekt gibiydi. Bu tehlikeli yerlerde kötü adamın peşinden koşarken,
sokaklardaki gariban halk bana yardım ediyordu ama buralar kötü adamın
çöplüğüydü ve senaryoya göre benim pek bir şansımın olmaması gerekiyordu. Derken, derme çatma evler ve dar sokaklar
bitti. Toprak bir meydana geldim. Uzaktaki köşeyi dönerlerken gördüm bizim
dolandırıcıları. Zavallı adamlar, deli gibi antrenmanlı bir turiste çatmışlardı
ve o gün tamamen şans eseri giymeye karar verdiğim spor ayakkabılarımın da
yardımıyla tempomu maksimuma çıkarttım. Yıllar önce Jamaika’da tanıştığım Usain
Bolt görse hayran kalırdı.
Aklıma koymuştum, bu, o dolandırıcının son işi olacaktı. O göz temasını kaybetmeye hiç niyetim yoktu, hedefe çok yaklaşmıştım. Bir pazar yerinin karşısında artık yorgunluktan temposunu düşürdüğü anda arkasından gelip ensesine, elimi, adaletin kılıcı gibi indirdim. Beni gördüğünde korkudan mücadele etmeyi aklından bile geçiremedi. Hızlıca paramı geri verip, af dilemeye başladı. Kandırıldığım için öfke doluydum, dakikalardır koştuğum için de ısınmıştım, gerekirse ikisiyle birden dövüşmeye hazırdım ve yakaladığım o enseyi bırakmaya hiç niyetim yoktu. Elimi ensesine öyle sert indirmiştim ki, karşılık verirse nasıl bir karşılık alacağını anlamıştı. Polis diye bağırdığımda arbedeyi gören pazardaki halk yardıma koştu ve bir dakika geçmeden polis kelepçesini takmıştı bile. Şaşkın hırsız kaçarken adliyenin önünden geçme gafletinde bulunmuş ve polisler ortada bir durum olduğunu anlayıp peşimize takılmışlar. Pazar alanındaki hengâmeden çıkarken Rahmi gelmiş, olayı videoya almaya başlamıştı.
Rahmi ve ben karakoldayken. Arkada da başroldeki dolandırıcı. |
Son pişmanlık fayda etmez. |
Karakoldaki ifademden
sonra aynı sokakları yürüyerek dönerken, halkın coşkulu ilgisi ile karşılaştım.
“Yakaladın mı onu evlat, helal olsun” tarzındaki övgüler şehirde kaldığım iki
gün boyunca ufak çapta bir şöhret yaşamama sebep olmuştu. Ardından, Zambiya’nın
hırsız avcısı, yeni serüvenleri için Güney’e, Botsvana’ya doğru yol aldı…
Efe TANAY
İnstagram: @efetanay
İnstagram: @efetanay
Aşağıdaki YouTube videosunun 3:54 dakikasında hırsızın yakalanma anını izleyebilirsiniz.
Ayrıca videonun biraz daha uzun versiyonunu Facebookta izlemek için buraya tıklayabilirsiniz: SeyyarKalem
Ayrıca videonun biraz daha uzun versiyonunu Facebookta izlemek için buraya tıklayabilirsiniz: SeyyarKalem