Mutlu insanlar en
iyi şeylere sahip olduklarından değil, sahip oldukları şeylerde en iyiyi görebildiklerinden
mutludurlar. Ya da benzer bir değişle zengin en çok şeye sahip olan değil, en
az şeye ihtiyaç duyandır.
Mısır’ın neden
dünyanın en gözde turist noktası olduğunu anlamak için Piramitleri görmek yeterli ama Mısır’ın arka sokaklarını gezmeden gerçek Mısır’ı anlamak mümkün değil.
Mısır’da devrimin simgesi
haline gelen Tahrir Meydanındaki ucuz hostelimden metroyla hıristiyan bölgesi Mar
Girgis’e gidip bu müslüman yoğunluklu ülkedeki bir grup kiliseyi gezdikten sonra hıristiyan bölgesinden ayrılıp köhne ve
dar sokaklara doğru yolumu kaybetmeye çalışırken geldim hayatın zor olduğu mahallelere.
Her ülkede olduğu
gibi Mısır’ın da fakir mahalleleri vardı ve Piramitlerin büyüsüne kapılan
turistlerin uğrak noktası değildi buralar. Gittikçe daralan
sokaklarda ilerlerken arabaların yol kenarlarında parçalanmış şekilde durduğu,
ulaşımın çoğunlukla at arabalarıyla sağlandığı yerlere gelmiştim. Yıkılmış
evler, yırtık giysili insanlar her yerdeydi ama elimdeki pahalı fotoğraf
makinemle kendimi hiçbir şekilde tehlikede hissetmiyordum. Kahire’nin turistik
bölgelerinde yaşayanların turistlere alışkın olduklarından rahatsız etmemelerini,
bu gibi fakir mahallelerde yaşayanlarınsa hiç alışık olmadıkları turistlerin
başına üşüşmelerini bekliyor olabilirsiniz ancak tam tersi bir durum söz konusu.
Aslında bu ilginç tezatlığı ilk kez yaşadığım ülke değildi Mısır ama buradaki
insanların bana hiç müdahale etmeden, sanki her gün oradan geçen birisiymişim
gibi normal davranması da beni şaşırtmıştı doğrusu. Ne bir şeyler satmak için
başıma üşüşen insanlar vardı, ne de rahatsız edici bakışlar.
Ana caddelerden
uzaklaştıkça hayat şartları zorlaşıyordu belki ama insanların yüzlerindeki umut
aynıydı sanki. Fakirlik artıyordu ama neşeleri azalmıyordu. Böylesine zor hayat
şartları içerisindeki bu insanlar, ne Paris’in Chapms Elsysess’i (Şanzelize),
ne de New York’un Soho’sunda görmediğim kadar mutluydular.
Paraları kadar
dertleri de azdı. Çok beklentileri yoktu belki ama çok endişeleri de yok
gibiydi. Belki konuştuğumuz ortak bir dil yoktu ama samimi tavırlarıyla beni
oldukça hoş karşılamışlardı.
Seyahat ederken birçok
ülkede gözlemlemiştim, para ve mutluluk kesinlikle doğru orantılı değildi. En
güzel örneklerinden birini de Kahire’de yaşıyordum. Belki büyük şehirlerin
koşuşturması içerisinde hayatın amacının “mutlu olmak” olduğunu o kadar çok
atlıyorduk ki, rahat hayatımıza, birçok imkânımıza rağmen yine de mutsuz
oluyoruz. Ya da şöyle demeliyim, bütün imkanlarımıza rağmen mutsuz olabilmeyi bir şekilde başarabiliyoruz.
Böylesine
imkansızlıklar içerisindeki insanlar güler yüzlü olabiliyorsa, birilerinin zorluktan veya yoksulluktan dolayı mutsuz olabilmesini anlayabilmem mümkün
değil.
Efe TANAY