Dukhar,
Moğolistan’ın kuzeyinde Rusya sınırının dağlık bölgesinde yaşayan eski Türklerdir.
Türklerin, Orta Asya’dan çıkıp Avrupa’nın eteklerine kadar geldikleri yüzlerce
yıllık göç sürecinde geride bıraktıkları halklardan yalnızca bir tanesi
Dukhalar. (Dukha = Duha)
Dukhalara Moğol
hükümeti 1952 yılında kimlik verene kadar dünya’nın geri kalanından izole bir şekilde yaşamışlar ve yalnızca şu an Rusya’da yaşayan Tuva Türkleri
ile temasları olmuş. Türkler Orta Asya’nın bozkırlarında nasıl yaşıyorduysa
aynı o şekilde yaşamaya devam eden bu avcı göçebe topluluk, eskinin sade ve
doğal bütün kültürünü hala inanılmaz bir şekilde devam ettiriyor.
Zaman onlar için
yavaş ilerlemiş ve güzel olan bütün insani duyguları korumuş. Modernlik diye
adlandırdığımız şey para ve hırsı beraberinde getirirken güzel olan insani
duyguları da yok etmeye devam ediyor.
Bir Hayal Alemine
Ziyaret

Çocuklar ile oyunum
ise en değerli anım oldu. Rehberim ve yol arkadaşım Ese ile obanın ortasında oynayan çocuklara katıldık. Ese olmadan anlaşabilmem
mümkün değildi çünkü küçük çocukların arasında Türkçeye çok yakın olan
dukhacayı bilen neredeyse yok ancak büyükler Dukhaca konuşuyorlar.
Dünya’nın her
yerinde çocuklar saf ve temizler ama buradaki çocuklarda daha özel bir sadelik vardı. Onların arasında onlardan
biri gibi olmak bana kısa süreliğine de olsa eşsiz bir mutluluk verdi. Yerdeki
taşlar ve etrafta bulduğumuz ufak çalı çırpı oyuncaklarımız olmuştu. O kadar güzel bir andı ki, bende onları mutlu etmek istedim ve çadırımızdan bir cips kapıp yanlarına döndüm. Kendimce adil ve eşit olma adına,
hepsine ben pay ettim cipsi. Çünkü benim şehirde gelişmiş olan algım,
aralarından bazılarının bir cinlik yapıp diğerlerinden daha fazla almak
isteyebileceğini düşündürmüştü.
Orada kaldığımız
süre boyunca dukhalara yanımda getirdiklerimi dağıtıyordum. Zira dağda hijyen
malzemeleri bulamadıklarını duymuştum ve çantamı bu tip ürünlerle doldurdum.
Yanlarına varmak için ormanda at üzerinde gideceğimiz için yanıma yalnızca ufak bir
çanta alabildim. Çantamın içerisinden çıkarttığım her bir yedek
kıyafetin yerine 3 – 5 sabun daha sığdırabildiğimi fark edince yanıma yedek
kıyafet almaktan vazgeçtim. Bu olaya konu olan cips de sırt çantamı dolduran bu
eşyalardan biriydi.
Çocuklar, etrafından
öğrenir kötü huyları. Dukhalarda ise en ufak bir kötü huy gördüğümü söyleyemem,
her şey paylaşma ve eşitlik üzerine. Burada çocuklara kötü örnek olacak bir şey
olmadığı için düzgün bir birey olarak büyüyorlar. Bizim modern diye
tanımladığımız dünya ise kötü örneklerle dolu. Bazılarının dağ başı diye
tanımlayacağı bu yerde ise kötü olmak diye bir kavram yok. Başka bir değişle;
her şeyin beyaz olduğu bir yerde beyaz olmak bir ayrıcalık olmuyor.
Eşit dağıtmaya
çalıştığım cipslerden, çocuklardan birinin biraz fazla aldığını fark ettim. Ama
avucunu size uzatan bir çocuğa nasıl “hayır sen fazla aldın” diyebilirsiniz ki?
Bana kalırsa aralarında en sevimlilerinden de biriydi bu çocuk. Ben paylaştırma
ile meşgulken fark edemedim aldıkları cipsleri ne yaptıklarını. Birkaç dakika
sonra Ese gösterdi, benim fazla aldığını düşündüğüm çocuk da dâhil birçok çocuk
cipsleri evcilik oynadıkları taşların altına koymuştu cipsleri. Oyun devam
ederken çocukları daha iyi anlamak için dikkatle izlemeye çalışıyordum.
Çocuklardan biri diğer çocuğun ev olarak kullandığı taşı kaldırıp içinden iki
tane cips aldı. Bu ev fazla cips aldığını düşündüğüm kıza aitti. Benim gibi o
da gördü diğer çocuğun cipslerinden aldığını ama hiçbir şey söylemedi. Fazla
aldı diye düşündüğüm kızın cipslerinin hepsini gelip geçerken diğerleri
paylaştı. Zaten fazla almışsa da en fazla 3 - 5 parça fazla almıştı ama belli
ki onu da kendine almamıştı. Avcı toplayıcı halkların paylaşımcı olduğunu ve
gerek duyduklarından fazlayı kesinlikle almadıklarını okumuştum ama alıştığımız
düzene bu kadar ters bir şeyi gerçekten gözlemleyene kadar inanmak zor geliyor.
Haklarında okuduğum her şeyde ve onların yanında kaldığım her an bu
paylaşımcılığa şahit oldum.
Biz çocuklarla bütün
bunları yaşarken, çocukların arasındaki heyecanı gören bir baba, kendi atı
önde, çocuğunun atı arkada yanımıza yanaştı. Ese, Efe atın üzerindeki küçük
çocuğa da biraz cips verir misin diye soruyorlar, dedi. Kocaman atın üzerinde o
kadar küçük bir çocuk görmek zaten inanılmaz sempatik bir görüntüydü, bir de
cips almak için yanımıza geldiğini öğrendiğimde, çok daha sevimli göründü. O an
cips bitmiş olsaydı kahrolurdum sanırım ama ona da yetecek kadar hala vardı.
Her şeyden güzel olan ise çocuklardan biri durumu fark edip benden önce
davrandı ve at üstündeki çocuğa kendi cipsinden verdi. Bende at üstündeki
çocuğa ve kendi cipsini paylaşan çocuğa kalanlardan biraz daha pay ettim. Kendimce
hala adalet sağlamaya çalışıyordum. Bu ufak döngüde çok ilginç bir şey vardı,
at üstündeki çocuğa kendi cipsinden veren çocuk, fazla cips aldığını düşündüğüm
kızın cipsinden alan çocuktu. Benim “az – fazla” diye tanımlamalarımın ne kadar
yanlış olduğunu, bu olay tekrar ortaya koymuş oldu.
Hâlbuki çok değerli
olması gerekmez miydi her bir cips? Sonuçta hepsi çocuktu ve en yakın markete
at üstünde 2 gün mesafedelerdi. Belki daha önce hiç cips yememişlerdi veya kim
bilir bir daha ne zaman yiyeceklerdi? Ulaşılması zor olduğu için daha değerli
olması gerekirdi her bir cips parçasının. Benim kapitalist düzende gelişmiş
olan iktisatçı zihnim böyle yorumluyordu ama belli ki, ben hepsini tek bir
çocuğa versem bile adaletli bir şekilde paylaşacaklardı. Zaten adalet herkesin
aynı sayıda alması demek olamazdı, eşitlik bir adalet değildir. Modern diye
adlandırdığımız dünyada yanlış kavradığımız bir durum, “eşitlik ve adalet”
kavramları arasındaki fark.
Bir paket cips
adalet, eşitlik ve sevgi nedir 3 dakika içinde öğretmişti.
Video
Efe TANAY
@efetanay
@efetanay