“Ne güzel şey seni hatırlamak” demişti
şiirinde, aşkların en büyüğünü yaşadığı duygu dolu dizelerinden belliydi,
Türkiye’nin aslında gurur duyması gereken ama utanç içinde yıllarca hapislerde
yaşattığı büyük şairi, Nazım Hikmet Ran. Hayatı hep mücadele ve zorluklarla
geçen büyük usta, 1902’de Selanikte doğmuş, Hamburg konsolosluğu ve Selanik’in
son valiliğini yapmış bir babanın ve yabancı dillere hakim, iyi derecede piyano
çalan ve Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından olan bir annenin çocuğu olarak,
oldukça yüksek kültürlü bir ailede yetişmişti. İstanbul’un iyi okullarında
okuduktan sonra Bahriye mektebini bitireceği dönemde çok ciddi şekilde
hastalanır şair. Bu tarihlerde 3 arkadaşı ile yürüyerek İnebolu’dan, Ankara’ya
geçer ve Anadolu’daki bağımsızlık hareketine destek verir. Nazım Hikmet’in
büyük dayısı Ali Fuat Cebesoy, Atatürk’ün Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşıdır.
Cebesoy anılarında, Atatürk’ün Nazım’ın şiirlerini gramofondan bizzat Nazım’ın
sesinden dinlediğini belirtir. Nazım’ın, beni huzuruna çağırmasın (Atatürk),
bir kusur işlerim gözünden düşerim, dediğini belirtir Cebesoy ve ekler, Nazım
dik kafalı biriydi. Atatürk'e karşı bir yanlış yapmaktan çekinmişti. Nazım’ın
İstiklal Harbi hakkında vatan millet sevgisi ile dolup taşan şiirleri ise
Atatürk’ün ölümünden sonra ki döneme denk gelmektedir. Nazım’ın daha 23-25
yaşlarında iken Atatürk’ün etrafında birleşelim, Türklüğü yayalım dediğinden
bahseder dayısı Cebesoy. Değil
vatan hainliği vatan sevgisi ile dolu zeki bir gençti. Dayısı “Milliyetperver
bir adamdı” der kendisi için. Türk sosyolojisi namına çalıştı; yani Türkiye’de
fakir az olsun; bir sosyalizm teessüs etsin ki, servet taksim olsun – Nazım’ın
Türkiye’de yaymak istediği düşünceleridir. Rusya’da okumuş, sosyalist düşünceli
bu başarılı şaire karşı divanı harp kararıyla alınan hapis kararının,
Atatürk’ün hastalığı dönemine denk geldiğinin altını çizer, Cebesoy.
Nazım dizelerini alıp giderken
Nazım Hikmet Rusya’da Sosyal Bilimler ve İktisat okuduktan sonra Türkiye’ye
gelir ve kısa süre sonra Aydınlık Dergisi’nde yazdığı bir yazıdan dolayı 15 yıl
hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği’ne döner. 1928 Yılında af çıkana kadar
özlemle memleketine dönebilmeyi bekler. Hasretle döndüğünde ise Hopa ceza
evinde bir süre tutuklu kalır. Dönüşünden 10 yıl sonra yine yazıları yüzünden
yargılanır ve bu kez 28 yıl hapis ile cezalandırılır.
![]() |
Nazım Hikmet Ceza Evinde iken |
Parmaklıklar ardında yok yere yiten 12 yıl sonrasında af
çıkar. Nazım Hikmet’in genel af ile özgürlüğüne kavuşmasından bir yıl önce
Pablo Picasso ve Jean-Paul Sarte gibi önemli kişilerin de destek verdiği bir
özgürlük kampanyası başlatılmıştır. İçeride kendisinin vermiş olduğu açlık
grevi mücadelesi, dışarıda onun özgürlüğü için yapılan baskıların da etkisi ile “Hapisten çıkma ihtimalim var mı bugünlerde? İçimden bir şey: belki
diyor” dizelerini yazdığı 1945 yılında, özgürlüğü için 5 yıl daha beklemesi
gerekmiştir. Hapisten çıkışı ile de askerliğe alınmak istenir büyük şair. Bahriye
subayı çıkacağı dönemde geçirmiş olduğu ciddi ve uzun süreli hastalıklarından
dolayı “çürüktür” raporuna ve hapisten çıktığında 50’sine gelmek üzere olmasına
rağmen askere alınacağı gerekçesiyle Fatih şubesine çağırılır. Bir şekilde
kendisinden kurtulmak istendiğinden ve öldürüleceğinden endişe ettiği ve bu
sebeple ülkeyi terk ettiği, Ali Fuat Cebesoy’un “Bilinmeyen Hatıralar”
kitabında yer almıştır.
Nazım Hikmet Dünya Barış Komitesi’nce, “Uluslar Arası Barış Ödülü” alan tek
Türk’tür. Ödülü aldıktan 1 yıl sonra ise Türk vatandaşlığından çıkartılmıştır.
Vatan sevgisi ile dolup taşan şiirlerine rağmen vatan hainliği ile damgalanan
şair 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartıldığında, öldürülme ve hapse atılma
korkusundan uzakta, Moskova’da ikamet etmekteydi. Moskova’da eşi Vera ile
yaşadığı binada kendisini anan bir plaka konmuş, adı Rusya’da bir kütüphaneye
verilmiş ve Rusya’nın en saygıdeğer kişilerinin bulunduğu Novodevichy
mezarlığına gömülmüş olsa da, Nazım Hikmet Anadolu mezarlığında, bir çınar ağacının
altına gömülmek istemiştir.
Eşi Vera, “kalbine saplanmış bir hançerdi memleketi” der. En çok
da şiirlerinin Türkiye’de yasaklanmış olmasına üzüldüğünü belirtir. Bir
konuşmalarında “Şiirlerimin İzlandacaya çevirisini gönderdiler… Şaşılacak bir
şey… Ama Türkiye’de yayımlamıyorlar beni” diye belirtmiştir.
Vera, Nazım’ın tatlı
tutkusunu anılarında birçok kez yazmıştır. Gittikleri Mısır ziyaretinde Nazım
bir baklavacı bulur ve “Veracığım tut beni! Şimdi burada ne varsa alabilirim!
Öyle lezzetliler ki! Hepsi tıpkı Türkiye’dekiler gibi!” der. Baklavaları
afiyetle yediği gibi, büyük dikkatle hazırlattığı bir paketi de Moskova’daki
Müslüman arkadaşına götürmek için alır. Kahire’den dönerken ezilip bozulmasın
diye özenle dizinin üzerinde taşıdığı kutunun fiyongunu çözüp çözüp tekrar
bağlamaktadır. Vera bir ara uykuya dalar, gözlerini açtığında paketin yarıdan
aza indiğini görür. Nazım, şimdi böyle de hediye verilmez, en iyisi hepsini
yiyeyim ben, diye ekler. – Ekber’e ne diyeceksin? Ne kadar üzülecek – Canım niye
üzülecekmiş, kendisine baklava getirdiğimi bilmiyor ki. Nazım, uçaktan inip
Ekber’i gördüğünde ise olanları bir yaramaz çocuk edasıyla anlatır.
Artık gurbetler daha kolay
üstad, Moskova’da da var baklava. Türkiye’dekinin yine tutmuyor ama… bastırıyor
biraz özlemimizi.
Duygu yüklü saygılarımla,
Efe Tanay
Moskova