AJAN SANILMAK İÇİN YANLIŞ YER (KÜBA)

Dünyanın her yerini hiçbir sorun yaşamadan gezebilirsiniz. Turiste her yerde saygı duyulur. Ama farklı olanı yapma arzusu sizi sardığında seyahatleriniz de pek sıradan geçmiyor. 

New York’ta iken Wall Street’i işgal gösterilerine denk gelmiştim ve Amerikalı arkadaşlarımın uyarısına rağmen eylemlerin olduğu bölgeye gitmekten kendimi alıkoyamadım. Jamaika’da bir uyuşturucu kaçakçısının marihuana tarlasına gitmiş, Kuba’da yasadışı olduğu halde ormanda horoz dövüşü izlemeye gitmiştim. Mısır’da değil turistlerin, yerel halkın bile pek dolaşmadığı inanılmaz fakir mahalleleri turlamıştım. Myanmar’a gitmeyi bile düşünmüyordum ta ki, Müslümanları katlediyorlar diye haberler yayılana kadar. Bir problem, bir tehlike olması sanırım oraya gitme arzumu arttırıyor. Düzinelerce ilginç ama fazla sakin Avrupa ülkesinden sonra seyahat şeklim değişmişti sanırım. Bunların çoğunu yaparken pek etraflıca düşünmüş olduğumuda sanmıyorum aslında.

Avrupa dışına ilk seyahatimi Küba’ya gerçekleştirmeye karar verdim. 19 Yaşındaydım ve tek başıma yola çıktım.



Erkenden kalkıp, gün içinde durmadan müzeden müzeye, anıttan anıta geziyordum. Küba herkes gibi benim de hayalimdeydi ve hakkında o kadar çok araştırma yapmıştım ki, Küba ile tanışmak bir Hollywood yıldızı ile tanışmak gibiydi benim için. Hakkında çok şey biliyordum ama ilk kez yüz yüze gelmiştik. Her anında heyecan içindeydim. 6 Şehir gezdikten sonra başkent Havana’ya döndüm ve son günümde Adliye binasını gezmeye karar verdim. 2005 yılında Küba şimdikinden de sıkıydı. Turist el üstüne tutuluyor ama her komünist ülkedeki gibi turist bölgesinin dışındaki her yabancıya da potansiyel ajan gözüyle bakılıyordu. Hayata tozpembe bakan Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisi olarak adliyeye elimi kolumu sallayarak girdim. Esmer halim ve paspal giyiniş tarzım yüzünden diğer turistlerden ayrılıyordum. Ağzımı açana kadar durumu kurtarıyordum. Adliye koridorlarında dolaşmak Küba’da tam bir Kübalı gibi hissettirmişti. Fotoğraf makinem cebimde, ağzım da kapalı kaldığı sürece istediğim kadar Kübalı kalabilirdim. 

Duruşma salonlarından birine girdim. Şişmanca bir kadın konuşuyordu, hakim bir şeyler söyledi kadın cevap verdi, hakim tekrar sordu, kadının yüz ifadesi çaresizleşti. Sanıktı. Neden bilmiyorum ama hırsızlık suçu ile yargılandığını düşündüm. Avukat söz aldı, aslında baya da hararetli konuşuyordu ama nasılsa konuşulanları anlayamıyordum, ben kadının psikolojisine odaklandım. Kim bilir nasıl hissediyordu? Bana bütün bu sahne, kadının pişmanlık içinde olduğunu düşündürmüştü. Avukatın konuşması bitince hakim, yüzünde hiçbir mimik değişmeden kısa bir cümle kurdu. Sadece mimiklere ve tepkilere bakarak, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Böylesine heybetli bir kadın ancak bu kadar aciz görünebilirdi. Oturduğum yerden tam göremiyordum ama biraz dikelince fark ettim, elleri kelepçeliydi. Acaba gerçekten pişman mıydı, yoksa duygu sömürüsü mü yapıyordu? Kim bilir belki suçu bile yoktu? Duruşma sona erdi. Muhtemelen karar duruşması değildi. Çünkü içeriden çıkan herkesin yüzünde en az benim kadar, olup bitene anlam verememiş bir ifade vardı. Ne olacak diye merak içindelerdi sanki. Gerçi benim için orada konuşulmuş olanları anlayabilmek bile yeterliydi.

Küba Polisi

Kübalı olarak koridorlarda dolanmaya devam ederken boş bir duruşma salonu buldum. Etrafta da kimse yoktu. Gördüklerim yetmemiş gibi, o anı ölümsüzleştirmek istedim. Türkiye’de çok tartışılan bir konuydu hakimin sanıktan ve avukatlardan daha yukarı bir seviyede oturması. Küba’da ise aynı seviyedeydi oturma yerleri. Duruşma salonundaki mobilyalar da kahve tonlarında değil, siyahtı. Bütün bu görüntüyü fotoğraflamalıydım. Odaya girdim, usulca kameramı çıkartmadan önce koridora tekrar baktığımı çok iyi hatırlıyorum. İlk poz hiçbir zaman tatmin etmez tabi. İkinci için flaşı açtım, açımı değiştirdim, deklanşöre bastım. Tam o anda arkamdan bir el de omzuma bastı. Biri kadın diğeri erkek iki polis! Filme sahne olarak koysalar izleyene mantıksız gelir. 5 saniye içerisinde nereden belirdi o polisler? Kontrol de etmiştim üstelik. Kamera cepten çıkmıştı, ağzımdan iki kelime İngilizce de döküldü. Artık Kübalı değildim. Olmaması gereken bir yerde, yapmaması gereken bir hareketi yapan potansiyel bir ajandım. Erkek polis diğerine, “evet şu ajanı alalım” dedi herhalde.

Kameramı elimden alıp, beni bodrum katında suçluları tuttukları bölümüne getirdiler. Alt katın girişi hapishane girişi gibi demir parmaklıktı. Sağlı sollu hücrelerin arasından geçerek, koridorda ilerledik. Dizlerim titremeye başladı. Bütün o merdivenleri inerken hiç durmadan durumu izah etmeye çalışıyordum. 19 yaşındaydım ama küçücük bir çocuk gibi görünüyordum. Hele o korkuyla, iyice çaresizleşmiştim. Sanırım o an 5 dakika önce duruşmasını izlediğim Kübalı kadının nasıl hissettiğini anlamaya başlamıştım. Böyle anlarda en kötüsü de olan biteni anlayamamak. “Böyle anlar” diyorum ama o yaşıma kadar bu kadarını da hiç yaşamamıştım. Altı üstü bir fotoğraf ne olabilir ki, diye düşünüyor insan ama bana öyle davranıyorlardı ki, direk içeri tıkacaklar diye düşünmeye başladım. Evrakları da fotoğraflıyorum diye düşünmüşlerdi muhtemelen. O korkuyla İspanyolcayı da söküverdim. Mecbur kalınca insan bir şekilde iletişim kuruyor, zira İngilizce gram fayda etmiyordu, hatta işleri daha bile kötü hale soktu. Öğrenci kimliğimi gösterdim, hukuk okuyorum, turistim, diğer fotoğraflarıma bakın dedim. Kaldığım oteli arayıp ülkeye giriş tarihimi teyit ettiler. Biraz sorgu sual, o da anlaşabildiğimiz kadarıyla. Sonra kapıya kadar eşlik edip, dışarı çıktığımdan emin oldular.

Gökyüzü bir anda ne kadar güzel göründü anlatamam. “Madem salacaktınız niye bu kadar korkuttunuz” diyesim gelmişti. Küba, dijital fotoğraf makinesiyle gittiğim ilk ülkeydi. Öyle olmasaydı belki de fotoğraflarımı tab ettirene kadar gözaltında kalacaktım. Yani şanslıydım, sadece iki fotoğrafımı silip 15 dakika içinde bırakmışlardı.


Efe Tanay


Küba'da Yasadışı Horoz Dövüşü yazım için tıklayınız.
Mısır'daki fakir mahalleleri ziyaret yazım için tıklayınız.
Jamaika'da uyuşturucu kaçakçısı yazım için tıklayınız.
Myanmar'da müslümanlarala çatışmalar yazım için tıklayınız.

Başkanlık Sarayında Ağırlanan Turist (Abhazya)

1992 Yılında Gürcistan’a karşı vermiş oldukları savaşın ardından 1994 yılında bağımsızlığını ilan eden, Karadeniz’in diğer yakasındaki bu ufak ülkenin tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Gürcistan başta olmak üzere birçok ülkenin bağımsız olarak kabul etmeği bu bölge’yi Dünya üzerinde pek az devlet tanımaktadır. Abhazya’nın ekonomisi büyük ölçüde Rusya’ya bağlıdır. Aphazca kadar Rusça’nın da yaygın olarak konuşulduğu ülkede, Rus para birimi olan Ruble kullanılmaktadır. Abhaza (Abaza) veya Abazinler olarak bilinen bu Kafkas halkı’nın 240.000’lik nüfusunun yanı sıra yaklaşık 35.000’i Rusya’da ve 150.000’i Türkiye’de olmak üzere civar ülkelerde de ayrıca nüfusa sahiptir. (Bazı kaynaklar Türkiye’deki Abhazaların nüfusunun 300.000’e yakın olduğu görüşündedir).

Başkanlık ikametgahı önünde, Jamal ile.

Yeşilliği ve güzel sahilleri ile meşhur Abhazya, Rusya ve yakın coğrafya ülkeleri dışında pek popüler olmasa da, bir şekilde yolunu düşüren herkesin, doğasına hayran kalacağı bir ülke. Her biri deniz kıyısına sıralanmış, 7 şehirden oluşan ülkenin her noktasından kısa sürede güzel bir kumsala ulaşmanız mümkün. Rusya’da doktora yaptığım Üniversite’den Abhazyalı arkadaşım Jamal’in davetini kırmayıp, Rusya’nın Soçi şehri üzerinden ülkeye giriş yaptım. Jamal'in beni sınırda karşıladıktan sonra, muhabbet esnasında bir ara “babam başkan olunca” gibi bir şey söylediğini fark edince. Anlam veremeyip sordum. Jamal, “Evet, Babam geçen ay devlet başkanı oldu” diye yeniledi. Ben ise babasının politikacı olduğunu bile haberdar değildim.


İlk önce Rusya sınırına yakın Gagra şehrinde kalıp, mükemmel renklere sahip mavi gölü, ardından dipsiz delik adı verilen dünyanın en eski ve en büyük mağaralarından birini ve başlı başına her yerini gezmesi 1 gününüzü alabilecek harikalıktaki Ritsa gölü ve civarını gezdikten sonra son gece başkente doğru yol aldık. Jamal’in babası bizi son gecemizde başkanlık konutunda ağırladı. Mükemmel manzaralı, dünyanın her bir yerinden egzotik bitkiler ile donatılmış bir bahçede, 19. yüzyılda inşa edilmiş, estetik bir mimariye sahip olan bu evin odalarında insan kendini küçük hissediyor. Jamal’in inanılmaz mütevazı babası bizimle özel odalarında uzunca bir muhabbete daldı. Annesi ikramlarda bulunuyor, alt kattaki çalışanlara rağmen işleri kendisi hallediyordu. Belki olması gerekenden çok farklı bir davranış biçimi değildi ancak mevki ve statünün, kibir ve yüksek ego ile beraber geldiği onca örnek var iken, bir Devlet Başkanı’nın böylesine rahat ve candan olması sizde saygı ve sempati uyandırıyor. 

Bütün misafirperverliğe rağmen üzerimden atamadığım mahçubiyetim ile.


Efe Tanay
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...